Ölümünün kırkıncı yılında Foucault’u anmak: Fahişelerin ders verdiği okul
11 mins read

Ölümünün kırkıncı yılında Foucault’u anmak: Fahişelerin ders verdiği okul

T24’ten Ali Akay’ın yazısı şöyle:

“Bugün onun eserleri hâlâ dikkat çekmeye devam etmekte. Eski dersleri yayımlandı. Her dönemde kendi tarihinin içinden geçen çalışmalar yaptığını derslerini okudukça öğrenmekteyiz. Felsefe, tarih ve siyaset sosyolojisi onu okumaya ve değerlendirmeye devam etmekte. Yeni çıkan kitaplarını okuyarak onu değerlendirmeyi sürdüren araştırmacılar onun “Eserini” hâlâ yaşatmakta

Bundan çok yıllar önce, yani 40 sene evvel, 1984 yılında, Paris’te Saint Suplice Meydanında eskicilerin stantları arasındaki eşyalara bakmaktaydım. Radyo açıktı stantlardan birinde. Kulak kabarttım; çünkü Michel Foucault’nun adını duyar gibi oldum. Yaklaştım ve öğrendim ne olduğunu. Michel Foucault 1984 yılının haziran ayının 25’i günü hayata veda etmişti. Biraz afalladım. Biraz şaşırdım. Sonra üzüntü bastı. Hemen gittim kitapçıya ve onun Cinselliğin Tarihi çalışmasının son iki cildinin Gallimard Yayınları tarafından yayımlandığını gördüm ve hemen iki cildi satın aldım. “Zevklerin Kullanımı” ve “Kendinin Endişesi”.

Bu iki kitap Foucault’nun son dönem çalışmalarına aitti. Yunan ve Roma döneminde cinselliğin üzerinde durmakta ve aslında söylenenlerin aksine evlilik kurumunun Hıristiyanlık değil de Roma döneminde Yunan dünyasının cinselliğinden ayrılmaya başladığını anlatmaktaydı. Rüya yorumları ve cinsellik arasında kurulan ilişki Freud’un ilişkisine yakınlaşmıyordu belki, ama yine de rüya ve gerçek hayat arasındaki ilişkileri gündeme taşıyan Efesli Artemidorus’un “Rüyaların Yorumlarına” bakmaktaydı. Maddi bir rüya yorumunun eski Yunan kültüründeki yerini araştırmaktaydı. Böylece en son adı geçen clit daha o sırada yayımlanmamıştı: “Etin İtirafları”. Uzun süre bu kitabı yalnızca özel bir şekilde Foucault araştırmaları yapanlar okuyabileceklerdi. Ve sonunda bu kitap da yayımlandı.

College de France derslerinin dışında, Foucault daha evvel yaptığı dersleri de yayımlanmaya başladığında onun nerdeyse tüm felsefe tarihinin içinden geçmiş olduğu ortaya çıktı. Fenomenolojiden Antropolojiye. Kant’tan, Hegel’den Nietzsche’ye yaptığı dersler yayımlandığında onun ne kadar kapsamlı bir filozof olduğu ortaya çıkmaya başlamış oldu. En son Nietzsche üzerine yaptığı dersler 2024 yılında mayıs ayında yayımlandığında, Foucault’nun ne kadar Nietzsche’ye ve bedene, arzuya geç yaklaştığını da görmüş olduk. Ama arşiv ve “palimpsest yazı” onun hep aklındaydı.

1969-70 yıllarında Vincennes Üniversite’sinde Deneysel Üniversite Merkezi’nde verdiği Nietzsche dersleri hemen Nietzsche’nin “zamansızlığı” üzerine odaklanmaktaydı. Tarihi birey ve tarihi olmayan birey arasında kurduğu ilişki “tarih-üstü” ile bütünleşmekte. “Tarih” ile “tarih anlamı/yönü” arasındaki fark Nietzsche’den yola çıkarak Foucault’nun kendi çalışmalarında ortaya konulmakta. Tarih-dışı bir oluştur ve unutma (mutluluk) ile birlikte işlemektedir. Elbette en dikkat çekici olan Gilles Deleuze’ün de daha evvel vurgulamış olduğu gibi Nietzsche’nin “Ahlakın Soykütüğü” kitabında yazdığıydı. Borç üzerine kurulu bir anlayış için yeni ufuklar açılmakta bu satırlarında.

Kendi hayatımı düşünmeye başladım. 1970’lerin ikinci yarısını Foucault’nun bu dersleri verdiği Vincennes Üniversite’sinde (1980 yılında yıkılana kadar) geçirmiştim. Deneysel olarak adlandırılan bu Üniversite’nin anlamı vardı. Sol bir eğitimi üstlenmişti. Fransız eğitim sisteminde almak için çok başarılı olmak zorunda olunan “Olgunluk (Bakalorya)” olmadan üniversiteye kayıt yaptırmak imkansızdı. Ama Vincennes bir işçi üniversitesi niteliğindeydi. Ve bu sınava girmeleri beklenmeksizin, işçilerin Vincennes Üniversite’sine kayıt yaptırmaları ve dersleri takip etmeleri mümkündü. Bazı hocalar bu yüzden derslerini saat 19’dan sonra yapmaktaydılar, çalışanlar ve işçiler gelip dinleyebilsinler diye.

Bu derslerde kendimden çok büyük yaştaki insanlarla dersleri izledim. İşçiler de, sanatçılar da vardı, fahişeler de derse gelmekteydiler. Hatta feminizm üzerine olan dersler daha da çarpıcıydı; çünkü onlar kadın hakları üzerine kitabi bilgileri değil kendi deneyledikleri vakaları anlatarak derse katkıda bulunuyorlardı. Bu nedenle bazen feminist hocaların yaklaşımına ters düştükleri de oluyordu. İşçiler ise kendi deneylerini anlatmaktaydılar. Hoca hem anlatan hem de vakaları dinleyen biriydi. Ve bu anlamda bir laboratuvar gibi işlemekteydi dersler. Kimi zaman hocanın sözü kesiliyordu ve ona karşı argümanlar ileri sürülmekteydi.

Foucault 1952 yılından 1970 yılına kadar dersler verdi. Paris’in ünlü Yüksek Okulunda (Ecole Normale Supérieure), Lille’de, Clérmont-Ferrand’da, Tunus’ta (hayat arkadaşı Daniel Defert ile birlikte), Vİncennes’de, 1970’in Mart ve Nisan aylarında Buffalo Üniversitesi’nde bu derslerini sürdürdü. Sonra Paris’in ünlü College de France gibi kamuya açık kurumunda 1970’den 1984’e kadar “Düşünce Sistemleri Tarihi Kürsüsünde” derslerine devam etti.

1970 sonrasında, siyasi olarak çok daha aktif bir hayata başladı. Daniel Defert ile kurduğu, 1971’de “Hapishanelerden Haber Grubu” sözü entelektüellere değil ama deneyleri yaşayanlara veren bir haber imkânı yarattı. Bu, medyanın gerçekleştiremediği bir gazetecilik anlayışıydı. Vakalara dikkat vermekteydi: Bir anlamda vakaları analiz ederek teorik ve tarihi araştırmalarını gerçekleştirmekteydi.

Eserlerini bugün okuyanların sayısı herhalde çoktur. Dünyanın bütün dillerine çevrildiğini sanırım. Sartre ne kadar önemli bir entelektüel figürse İkinci Dünya Savaşı sonrasındaki Fransa ve hatta dünyada, 1970 sonrasında Foucault da onun yerini alan bir figür olarak ortaya çıkarıldı. İkisi birlikte de entelektüel tavırlar aldılar. Görüş ayrılıkları olsa bile birbirlerini desteklediler. “Post-Sovyetik” bir dünyanın direnme biçimlerine destek oldular. İran devrimi Foucault için bir sorun oldu. Eleştirildi. Ama onun baktığı yerden “anlamaya” çalıştığı bir isyan hareketi oldu bu vaka. Bilgi, İktidar ve öznellik eksenleri buralardan geçmişti. Son dönem öznelliği ise Antik dünyadan gelen örnekler üzerine odaklandı. Hristiyanlığın bugüne kadar gelen “itiraf mekanizmasını” ele aldığında Cinselliğin son cildi ortaya çıkmaktaydı.

Bugün onun eserleri hâlâ dikkat çekmeye devam etmekte. Eski dersleri yayımlandı. Her dönemde kendi tarihinin içinden geçen çalışmalar yaptığını derslerini okudukça öğrenmekteyiz. Felsefe, tarih ve siyaset sosyolojisi onu okumaya ve değerlendirmeye devam etmekte. Yeni çıkan kitaplarını okuyarak onu değerlendirmeyi sürdüren araştırmacılar onun “Eserini” hâlâ yaşatmakta. Bilhassa “kültürlerin kökeninden itibaren farklarla yaşadıkları” ve “başka kültürlerle ilişkiye girdiklerini” saflık arayanlar unutmamalı; çünkü oluş ile tarih aynı şey değiller. “Tarih üstü” bir kurgu ise kimlik ile değerlendirilmekte.

Umarım bu kitaplar da diğer Türkçeye çevrilen kitapları gibi okuyuculara kazandırılır. Eskimeyen bir bakış ile sağlam düşünme imkanları, Foucault gibi, onun dönemindekilerle birlikte hâlâ devam etmekte. Sanırım, onu hep anacağız “Eseriyle”.

MICHEL FOUCAULT KİMDİR?

Poitier’de hekim bir babanın oğlu olarak dünyaya geldi. 1946’da École normale supérieure’e (ENS) girerek felsefe ve psikoloji öğrenimi gördü. Paris’teki St. Anne Hastanesi’nde stajını yaptı; burada Jacques Lacan’ın ilk seminerlerini izledi. Bilgi ile iktidar arasındaki ilişkiyi sorgulamaya ve tıp gibi “normalleştirme pratikleri”ne dair eleştirisini geliştirmeye bu yıllarda başladı. Deliliğin Tarihi (1961) ve Kliniğin Doğuşu (1963) bu çalışmalarının ürünüydü. Deliliğin Tarihi’nde, topluma aykırılığı ve deliliğiyle bürokrasinin ve geleneklerin normalleştirici gücüne direnen romantik sanatçı figürüne odaklandı. Aynı dönemde kaleme aldığı Raymond Roussel: Ölüm ve Labirent (1963) başlıklı denemesinde, Batı metafiziğinin temellerini sarsan yazar Raymond Roussel’in eserleri ve intiharı üzerinden, dil ile ölüm ilişkisini ortaya koydu. Resimler ve imgeler, Foucault’nun bir dönemin bilgi-iktidar sistemini çözümlemede kullandığı başat araçlardandı. Klasik döneme egemen olan temsil mantığını incelediği Kelimeler ve Şeyler (1966) kitabına, Velázquez’in “Las Meninas” tablosuna dair detaylı bir analizle başlamıştı. Bu Bir Pipo Değildir’de (1968), René Magritte’in “İmgelerin İhaneti” başlıklı dizisinden bir resmi inceledi. “Manet’nin Sanatı”nda (1971), Manet’nin resimlerinin Batı resmini inşa eden bilgi rejimini yıkarak modernizmi başlattığını öne sürdü. Foucault 1966’da Tunus’a gitti ve felsefe profesörü olarak atandığı Tunus Üniversitesi’ndeki derslerinin yanı sıra, 15. yüzyıl İtalyan resmi üzerine kamuya açık dersler verdi. Bu dönemde Manet üzerine yazmayı planladığı “Le noir et la couleur” başlıklı kitabı hiçbir zaman tamamlayamadı. 1970’te ABD’ye gitti ve Kara Panterler başta olmak üzere siyah özgürlük hareketi mensuplarının hapishanelerle ilgili çalışmalarını gözlemledi. Fransa’ya döndükten sonra, Hapishaneler Hakkında Bilgi Grubu’nun kuruluşuna katıldı; Libération gazetesinin kurulmasına önayak oldu. Modern hapishanenin ve denetim toplumunun doğuşunu incelediği Hapishanenin Doğuşu (1975), bu dönemdeki çalışmalarının ürünüydü. 1970’te Fransa’nın en saygın eğitim ve araştırma kurumlarından Collège de France’a profesör olarak atandı ve 1970- 1984 yılları arasında burada Düşünce Sistemleri Tarihi dersini verdi. Derslerin bant çözümlerinden derlenen kitaplar ölümünden yıllar sonra yayımlandı. Foucault’nun ölmeden önce yayımladığı son eseri, üç ciltlik Cinselliğin Tarihi (1976-1984) kitabıydı. Antik Yunan ve Roma stoacılarının ortaya koyduğu “güzel yaşam” etiğinden hareketle geliştirdiği “varoluş estetiği” kavramına ilk kez bu kitabında yer verdi. Estetiği, salt sanat eserlerini inceleyen bir disiplin olarak ele almak yerine hayatın bütününe yayan bu yaklaşımı, çağdaş sanat ve estetik üzerinde etkili oldu. Foucault 25 Mayıs 1984’te bu dünyadan ayrıldı.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir